7 Aralık 2010 Salı

the hours


"... mezlerse de olsun, ben zaten kendim için yapıyorum... hıh! gelmedikleri zaman bununla kandıramazsın kendini: 'beğenmezlerse de olsun'muş! çok kötü olursam dışarı çıkarım o zaman. peki o zaman masadaki tabakları kim toplayacak? döndüğümde orada olurlarsa korkunç olabilir. o zaman çok daha kötü olabilir. belki de hiç eve gelmemeli. artık dağılarak bitmeli. hayır, kafamı toplamalıyım. toplamazsam başkaları toplamaya gelebilirler. onlar gelebilirler. o zaman konuşmak gerekir. ya konuşamazsam? ağlayabilirim ve duramayabilirim. acaba tabaklara uzun uzun bakarsam... boş masaya bakma şimdi! kötü oluyorsun. kafamın içinde bir ses mi var? dışarıdan gelmiş de olabilir. olmayabilir de. ya büsbütün delirirsem? büsbütün delirirsem o zaman beni bir yere kapatırlar. bir yere kapatırlarsa beni ölebilirim. ölsem ne olur acaba?
sakin! sakin! geçecek. ya yemek iyi olmazsa? niye kötü olsun ki? tuzu koydum mu? niye bu kadar tedirginsin? tuzu unutsan ne olacak ki? sen zaten kıymetlisin. kıymetli misin? niye kendime bunu yapıyorum ben? durayım. durayım. bi' dakka, bi' dakka... sevmeyecekler seni, yalnız bırakacaklar, bir sürü yemekle tek başına kalacaksın. yemekleri çöpe atmak çok kötü bir fikir, bu seni öldürebilir. yenilmeyebilirim. hiçbir şey olmamış gibi yapabilirim. yapamam. bugün değil. bugün yapamam. gelmeliler, yoksa ölebilirim. giyinip süslenirsem kendime gelebilirim. aynadaki bu büyüyen şey ben miyim? denizanası gibi büyüyen. belki de zaten delirdim, farkında değilim. bu yemek olmasın. ne kadar önemli olduğunu anlamayacaklar. anlatamam ben de. telefon edeyim, gelmesinler. ne diyeyim? bir şey diyemem. belki de onlar gelmeden ölürüm..."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder