30 Ağustos 2010 Pazartesi

hidooo, canımsın!

dün türkiye-rusya maçını izleyenler bilir, hido pek bi formsuzdu. önceki maçta da öyleydi de, dün bi başka kötüydü be.. olay aslında atamaması, oynayamaması değil; "yapmam gerekir" çabasıydı. içim parçalandı. kendime de benzettim biraz o açıdan.

"tüm takımın güvendiği, sırtını dayadığı, çoğu maçı kopartan bir oyuncusun sen. nasıl olur da sonlarına gelmiş bir maçta hala varlığını gösteremezsin?" psikolojisiydi son ana kadar hido'daki. nitekim son çeyrekte bulduğu sayılar ve yaptığı asistler sonucunda verdiği tepkiler de bu söylediklerimi doğrular nitelikteydi. nebleyim, üzüldüm.

sonunda kendine geldi bizimki, arap atı gibi sonradan açıldı, ama o çaresizliği, başarma isteği, engelleri hep aklımda olacak artık. sen de insanmışsın be hido. artık seni kendime daha yakın hissediyorum -yok ya öyle değil, boy faktöründen dolayı, bayaa uzaktı ya o mesele işte..-

neyse, ne demiş ünlü bir çin atasözünde;
"önümüzdeki maçlara bakıcaz."

29 Ağustos 2010 Pazar

bulaşıkları makinaya yerleştirmek sanattır

ama nası canım sıkkın.. gece sıcak, uykusuzluk, çalışmamışlığın vicdan azabı, belimin ağrısı.. derkeeen, davulun sesi! bari kalkıp bişiyler hazırlayayım sahur için. dolapta ne var? akşamdan kalan birkaç çeşit yemek. nefret ederim kalanları ısıtmaktan! ama bu saatte olur öyle. ısıttım. kahvaltılıklar falan tamam. çay demlemek lazım tabi. al işte çaydanlığın içi dolu. ıyyy deli olurum onu döküp temizlemeye! ortalık zaten akşamki çay bulaşıkları dolu.. hep söylerim çay demlemek değil, mesele aksiyondan sonra ortalığı temiz bırakabilmekte. yok, öğretemedim. cinlerim tepemde!

yavaştan da tezgahı boşaltıyorum makinaya koymak suretiyle. yuh o tabak çanaktan da ne filarmoni orkestrası çıkarmış be! yan mahalleden aradılar azcık yavaş ol diye. olamam tarzım bu dedim, anlayışla karşıladılar. tabi 3 dakika geçmişti ki bizimkiler ayağa dikildi. böylelikle herkesi teeeek tek "hadi kalk, geç kalıyoruz, uyandın mı, kalk, kalk, dur çiş kuyruğu var iki dk daha yat.." falan gibi cümlelerle uyandırma seramonisinden de kurtulmuş oldum.

herkesin surat beş karış yenen bir sahur yemeğinden sonra hemen uyuyamayacağımı farkedip masayı toplama işine giriştim. aslında annem bilmez ama, mutfak toplarken genelde önemli şeylere karar verir ya da ciddi meseleler düşünürüm. yani bir işim varsa o an kafamla yapmam gereken, mutfağı kullanırım açıkçası. annem de yardım maksatlı şeettiğimi zannediyor, olsun. herkes için böylesi daha iyi şimdilik.

ama bazen de bu geceki gibi stres atmak için yaparım bunu. "oha böyle stres mi atılır?" diyenler varsa, demesinler. ayıp. duydum çünkü diyorlardı. elimden kayıp düşen yağlı tabağı saymazsak, fena başlamadı terapi. tabağın yağının yere bulaştığını görene kadar da hiç fena gitmiyordum. ama yerdeki o manzara ıyyyk! banyodan bir kova deterjanlı su ve vileda ile hızlı dönüş yaptım. (bu vileda da selpak gibi, orkid gibi bişey. marka isim olmuş hani.. çok mu alakasız? hee tmm.)

çıktı çıktı bişey kalmadı yerde. sıra bulaşıklarda. ama off ya tüm bulaşıklar tezgahın her yerinde! yani masayı sadece ben toplamış olsam; onları önce lavabonun sol tarafına boy ve büyüklük sırasına göre dizecektim, sonra sudan geçirip aynı sırayla sağ tarafa, ordan da direkt makinaya.. ama annem de yardım etti sağolsun! yani her boş bulduğu yere koydu kirlileri. işte ben mutfaktayken kimse girmesin mümkünse. böyle illa ki bi deliriyorum birşeylere. annem de bunu bilerek çok girmez öyle riskli toplara. bi gaflet anıdır yapmış. şimdi şeytan diyo git kaldır, de ki; "çok mu istiyodun? gel tamam mutfak senin! temizle istediğin gibi!" öyle bir ruh halinde oluyorum işte. nebleyim.

tencereler var zaten bir sürü.. şimdi bunların hepsi sığmaz da.. bir kısmını elde yıkamak gerekir mecbur. off.. az da takıntılı olunca, tüm bulaşıkların belli bir sıraya göre ve kendi içinde bir düzenle organize olması gerekiyor ya içerde, heh işte o çıldırtıyor insanı bazen. mesela tüm cam pasta tabaklarını ard arda sıralayıp arkasına da porselenleri dizmişken, tam da aralık sayısınca tabak varken, arkamda duran cam tabağı görmemişseeeeeem.. tüm makinayı boşaltıp tekrar dizebiliyorum. yapıyorum bunu, acıma bana!

neyse, zar zor sığıyor hepsi makinaya. ama tencerelerin kıçları havada tabi. o salak pervane var ya üst sepetin altındaki, kesin gelip çarpacak birine şimdi, iyice sinirlerimi zıplatacak! boşaltıcam hepsini, hazırlamışım kendimi yani. alt sepeti yavaşça yerine doğru ittim, üstten sarkan cezvenin sapını da düzelttim, ve pervaneye uzandım. bir iki üç dedim içimden. ama çevirmedim. kaçta çevireceğimi düşünmemiştim çünkü. o sırada karar verdim, 5 uygundu. dört ve beşi de saydıktan sonra, çevirdim pervaneyi..

uzun bir sessizlik.. ardından bir rahatlama, bir huzurla dolma.. anladım ki o salak şey, hiçbir tencerenin kıçına çarpmamıştı. herşey yerli yerinde, işlem tamamdı. tüm gece yaşadığım buhran, bir anda gidivermişti. deterjanı koyup kapağı kapatmamla; içim huzur dolmuş, tarifsiz bir mutluluk kaplamıştı her yeri.. düğmeye basıp, makinanın su alma sesini dinledim biraz. "negzel birşeyler de oluyor hayatta" diye düşündüm. (ya da buna benzer bişeydi, tam hatırlamıyorum)

şimdi gitmeli ve ikindiye kadar uyumalıydım. bunu haketmiştim. etmeliydim. etsem iyi olurdu. etmedim mi?! nassı yaa..

rehlamculuh eydur.

zeka pırıltıları içeren, tasarım ürünü reklamcılık-pazarlama işlerini seviyorum.
bir logo, afiş, film ya da slogan..
diğerlerinin içinde bağırıyorsa "ben burdayım, farklıyım" diye;
o iş de, o marka da olmuştur kanımca.
buna da diyorum işte.. feci halde olmuş!

28 Ağustos 2010 Cumartesi

hep etrafında dolaş

bir şeyi çok isteyip de yapamamak.
sürekli düşünmek artılarını, eksilerini.
bu sırada kaçırmak hayatı..
dinlemek içindeki sesi,
ya da hiç duymamak mı?
sormaya korkmak, kolayca vazgeçmek,
sonra çok üzülmek mi hep?..
meşgale bulmak, unutmaya çalışmak,
üzerine gitmemek, çare midir ki?

bir de insan durup dururken, dert mi üretir anlamadım ki..

27 Ağustos 2010 Cuma

ist_an'bul.

azcık istanbul, çok iyi geldi. sıcak, açlık, yorgunluğa rağmen hem de..
erken bitti, hızlı tur gibiydi ama; belli etti ki uzun vadede iyi olacak burası.

hayallerim yok, planlarım var artık istanbul'la ilgili. kendisiyle bir sonraki aşamaya geçtik sayılır yani. şimdilik seviyeli bir beraberliğimiz var. işimiz olduğunda görüşüyoruz ne zamandır. ama en kısa zamanda büyük seviyesizlik yapıp, açılmayı düşünüyorum kendisine. hatta yerleşmeyi:) bakalım, aileler de anlaşırsa..
neden olmasın?

24 Ağustos 2010 Salı

ekrandaki yaşam

"anlamsız bir konuşma. ardından bıraktığı etki. söylenenlerin sürekli yankısı. isteklerin anlamsızlığı. biraz mutsuzluk. hayal kırıklığı çokça.
geçen günler. unutulan hisler.
bir anda. rastlantılar, tesadüfler. yeniden hatırlananlar. görülen gerçekler.
geri gelen umut."

onun yüzünden ama onun sayesinde de aynı zamanda. ne kadar belirleyici olabiliyor bazen bu pislik. etkiliyor, düşünceleri değiştiriyor, farkettiriyor. kötü algının yersizliğini gösteriyor şimdiki gibi. heyecan veriyor, mutlandırıyor; ummadığın anda karşına çıkardığı bir demet sürpriz cümleyle.

bir yazı okuyorsun ve hiçbir şey artık eskisi gibi olmuyor.

23 Ağustos 2010 Pazartesi

y a l n ı z l ı k l a r - I I

"yorgunluğumuzu o nesnenin kucağından
o nesnenin kucağına gezdirirken,
yürür ya da koşarken,
coşarken ya da deli dolu yaşarken,
ansızın ölümü istemektir yalnızlık;

kendimizin kendimize sağırlığıdır. "


yalnızlıklar/hasanalitoptaş

22 Ağustos 2010 Pazar

y a l n ı z l ı k l a r


" yalnızlık; alıp karşına kendini,
öteki kendinlerle konuşmaktır.

bakışmaktır öteki kendinlerle,
dövüşmektir.

kimi zaman da, öldürmektir
içlerinden sana en çok benzeyeni,
benzemiyor diye.

yalnızlık, öldürmektir. "



yalnızlıklar/hasanalitoptaş

anlamlandırmaca


olay basit aslında bu kadar..

çözemediğin nedir?

21 Ağustos 2010 Cumartesi

hamdi bey'e selam söyle bizden

televizyonda görünce kaşınmaya başlayıp, evde terör estirdiğim yarışma bozuntusu "var mısın yok musun"a az önce kayıt yaptırdık. anneannemin ısrarlarıyla, kardeşim adına yaptık hem de. aslında anneannem beni yazın diyordu ama, elemelere falan git gel zor olur diye, tuğba'ya bahşetti bu onurlu görevi. bunun için de beni kullandılar. huzursuzum. mütemadiyen kullanılmak hoş değil zira. acı çektim formu doldururken. gözlerim de doldu bir yandan. sakladım gözyaşlarımı içime. "çok yalnızım be atam!" yok, onun yeri değil şimdi.. işte neyse kayıt büyük başarıyla tamamlandı çok şükür. tebrik belgesi göndermezse acun, hatırım kalır bak. inci gibi işledim formu. iyi pazarlarım.

o değil de, bu bizimkini kazara çağırırlar falan, bi aksilik olur eşşek saatine denk gelir de yarışmacı olursa, ailecek ülkeyi terketmemiz gerekebilir. çünkü bu dananın ağzı don lastiği! acun çektikçe bu açar.. ne aile sırrı kalır, ne özel mesele.. gömünün yerini falan da söylerse ooo... battığımızın resmidir.. hiiiiiç de sevmez konuşmayı. teallaaam ya naptık biz?! ellerimle.. ufff

ulan anneanne, tenhada yakalamıyım seni!

gitme diyeydin

uzuuuuuun zaman sonra ilk kez bir akraba ziyareti etkinliğine katıldım bu gece. hem de bilerek, isteyerek. ayıktım da üstelik. gaflet değil, delalet hiç değil. resmen "evet, ben de geliyorum!" dedim birden, aile fertlerinin şaşkın bakışları arasında. şimdi olsa yine aynısını yapar mıydım, bilmiyorum. neyse konu pişmanlıklarım değil.. (gerçi o da güzel bir yazı konusu olurmuş bak, unutmayayım..)

efendim, sebebi ziyaretimiz aslında, aile fertlerinden birinin -ki kendisi teyzem dolayısıyla eniştem olur- ayağını kırması mı çatlatması mı ne.. çok da dinlemedim. bedenen orda olsam da, gece boyunca ruhen kısa gezintiler yapıyor olmamdan ötürü, konuşulan konulara tam odaklanamamış olabilirim. zaten konular da çok iç açıcı değildi zannedersem. kaç saat boyunca ilgimi çeken bir tane bile çıkmayınca demek..

önce çay-tatlı faslı, sonra meyve seramonisi, tutmasaydım bir de türk kahvesi turu.. ışığı gören de gelince, her seferinde bu sıra bozulmadan başa sarıyor. biri de çay içmeyiversin canım teyzem, direkt meyveye geçsin olma mı? yok.

soğuk esprilerin, ufak gerginliklerin, görünmez kazaların havada uçuştuğu bir geceydi. olur öyle dedim, takılmadım. allahtan kuzenler vardı. karşılıklı kaş-göz-gülüşme-dürtüşme aksiyonları falan ekledik de, işkenceyi hafifletilmiş cezaya dönüştürebildik..

peki ben bu geceden ne anladım? (her şeyden bir anlam çıkartmak zorunda değilim, evet. ama bu kendiliğinden çıktı, çok zorlamadım..) ne anladım söyleyeyim; bıkmışım! arkadaş, ben kendimi bildim bileli bizim ev ana-baba günüdür. bayram seyran farketmez, yolgeçen hanıdır her daim.. biz nasıl büyüdük o evde bilmiyorum.. -ruhsal olarak çok sağlıklı olmadığımız kesin de..- akraba deyince başıma taşlar düşüyor, üzerime üzerime yuvarlanıyor hepsi sanki. hep küçüklüğümden kalma o kalabalıklar, o çocuk sesleri, annemin bizimle değil misafirle ilgilenmesi gerektiği fikrine bir türlü alışamamanın verdiği huzursuzluk, anneannemin ilginç tavırları, hep bir telaş, herkesi memnun etme çabası, gerginlik, yorgunluk.. hepsi birden geliyor, gözümün önündeki o film şeridinde yerini alıyor. mide bulantısı ve kalp çarpıntısı şeklinde de kendini hissettiriyor vücudumda. sonra da, al işte sonuç; yabani diye adlandırılan biz çocuklar, gençler, kendini genç hissedenler..

dolayısıyla olmuyor. daha kendimi bu tip ziyaretlerin gerekliliğine inandıramazken, kalkıp bir de gönüllü olmak koyuyormuş insana geç anladım. ne işin var senin, otur evinde mis gibi! (bi ev kedisi olaydım şu hayatta, başka şey ister miydim acaba?..) neyse işte, bir daha mı, tövbe! bilip bilmeden böyle deneysel işlere girişmek yok.. bayramda da kaçacak yer arıyorum, hala bulamadım. fikri olan varsa beri gelsin. kulağını yalayıp, burnunu mıncırıcam.

20 Ağustos 2010 Cuma

o söz öyle değil biliyorum

tanımadan, bilmeden, bir insana bu kadar güvenilir mi!? bilgi sahibi değilsin, neden bir sürü fikrin var peki? yapmaya çalıştığın şeyi anlamıyorum. sakin ol, kendine gel. gerekirse o salak şeyi de yap, "eğri otur doğru düşün".. hissetme. bu değil şu an lazım olan!

"başka" bir insan olmaya çalışma. hem de ne için? denilene göre, "kendin için". hangi kendin bu? aptallığa bak.. bunu yapmak zorunda değilsin. ihtiyacın olan yalnızca "olduğu gibi kabullenme eğilimi"ni bulmak. iddialara göre o da mevcut, fakat su yüzüne çıkamamış halde..

tüm o konuşmalar, sözler, kitaplar, filmler.. yok olmalı.
şimdi, tek bir soru var kafanda;

"nerde durmalısın?"


19 Ağustos 2010 Perşembe

ne la bu

belirsizlik ne kötü şey be..
ya da plansızlık mı demeli, bilemedim.
yok yok, kararsızlık bunun tam tanımı..
ya da şuursuzluk.
kaygısızlık da olabilir.
huzursuzluk?
umutsuzluk?
belki de..
her neyse.

17 Ağustos 2010 Salı

ofis günlüğü

otel projesi uygulama çizimleri, yatak katları..

sabahtan beri offset-trim-fillet üçlüsünün ağına düşmüş durumdayım.
tam sıva işkencesi bitti derken.. hooop! "hadi aksları ayarla bakalıııım:)" ifadesi.
ayarlanır, aksta birşey yok.
ama o ardından gelen, hava bacalarının duvarlarını teeeeek tek 10cm'den 15cm'e çekme işi de nerden çıktı?!
nee! lavabolar da mı yanlış konmuş?
ölçü vereceğim, evet biliyorum.
mekan isimleri de var tamam.
layerlar da ayarlı değil, hımm..

bomba haber en sonda..
"YARIN TOPLANTI VAAAAR!"

negzel.

c

yok, duymak istemiyorum.
görmek, bilmek de istemiyorum.
tanık olamıyorsam, haberdar da etme beni.
böyle iyi..

16 Ağustos 2010 Pazartesi

17.08.99 / 03.02

11 yıl önce, tam da bu geceydi.

16 ağustos pazartesi'yi, 17 ağustos salı'ya bağlayan gece..

sabaha karşı, saat 03.02'ydi.



sözün bittiği yer, bu olsa gerek..

onun laneti

gecikmeli ve yalanlarla başlayan yeni bir hafta.
hadi hayırlısı..

13 Ağustos 2010 Cuma

onlarla

eski, ama eskimeyen dostları olmalı insanın
her elini uzattığında tutacaklarını bilmelisin.
yıllar yılı görüşmesen de,
ilk buluşmada kaldığın yerden devam edebilmelisin sohbete.
bir iftar sofrasında gülüşmeli, parkta dondurma yemeli
üstüne bir de sigara içebilmelisin bu geceki gibi..

bu gemi ne zamandır burada

bu gemi ne zamandır burada
çoktan boşaltmış yükünü
gece de olmuş, rıhtım da bomboş
mavi bir suyun düşünü uyutur bir tayfa
arkada, güvertede
ah, neresinden baksam sessizlik gene.

yürürüm usuldan, girerim bir meyhaneye
içerde üç beş kişi
yalnızlık üç beş kişi
bir kadeh rakı söylerim kendime
-söyle be! ne zamandır burda bu gemi
denizin değil hüznün üstünde.

belki yarın gidecek
bir anı gelecek bir başka anının yerine.

insan bazen ağlamaz mı bakıp bakıp kendine.

edipcansever

noktasız

biri gelir sorarsa
sana beni sorarsa
gittti der misin
gittiğimi söyler misin
gidiyorum ben sana
benimle gider misin.

özdemirasaf

sanat konuşur.



florida'daki
"the dali museum",
açılışına tam 150 gün kala..

eski, değerli

kitap bakmak istiyorum.
ama bakmak, şimdilik sadece bakmak.
yani ne bileyim,
sahaflarda, ikinci el kitapçılarda gezip karıştırmak tüm kitapları..
koklamak sayfaları tek tek..
kitap kokusu başka, evet.
ama eski kitap daha bir başka kokuyor.
yıpranmış oluyor ya hani biraz da sayfaları..
tıpkı içinde bulunduğu dükkan gibi.
solgun, hasarlı, eski ve değerli..
garip bir haz veriyor o mekanlar da bana..
bilmem,
belki de başkalarının anıları hapis diye içinde..

milk

bol ödüllü film "milk" i izledim geçenlerde, tavsiye üzerine. baştan söyleyeyim ben tavsiye etmiyorum, edeni de görürsem dövüyorum! film bildiğin kötü..

benim açımdan filmi izlenir kılan öncelikle sean penn'in muhteşem 'eşcinsel' performansı (oyunculuk anlamında, hemen yanlış anlaşılmasın..) ikinci olarak da şu james franco. ne güzel adam bu be! filmde tipini çok değişik hallerde görme fırsatı da oluyor, çok da güzel oluyor. bir bakın derim ben.. ama tavsiye değil, yani öyle hepsini izlemeyin. bi bakın sadece. tamam biraz izleyebilirsiniz ama sonra küfür istemem.

ne günlere kaldık

"just gonna stand there
and watch me burn
but that's alright
because i like
the way it hurts..
just gonna stand there
and hear me cry
but that's alright
because i love
the way you lie..
i love the way you lie.."

hiç beklenmedik bir ikiliden çıkan muhteşem şarkı.
rihanna & eminem'den "love the way you lie"
sürekli dinlenesi, hiç bırakılamayası.

12 Ağustos 2010 Perşembe

büyük konuşma o zaman.

ne kadar saçma bazen davranışlar. bilinçli olmadan yapılanlar üstelik.. bilinçli olana saçma demezsin, zira seçilmiştir yapılırken. neyse işte ne diyodum, anlamsız hareketler. birkaç gündür düşünüyorum üzerinde, ve test ediyorum bir kişi üzerinde. yalnızca messenger-facebook çaplı bir test olsa da, ummadığım şekilde sağlam sonuçlar veriyor. kendim de içindeyim aslında bunun. ben de sınırlarımı zorluyorum, konuşmuyorum, abartıyorum, üzülüyorum, düşünüyorum, dert ediyorum falan. ilginç. çünkü ben "hayatta yapmam, ne salakça" dediğim şeyleri yapıyorum. çok mu üstü kapalı oldu? kalsın tamam.

11 Ağustos 2010 Çarşamba

dardayım

hoparlöre duvardaki klimadan su damlamış, çalışmıyor.
ofisteki diğer hoparlörün kabloları döşemenin altına sokulmuş, çıkmıyor.
ortalıkta duran mp3 playerin kulaklığını taktım, yetişmiyor.
kasayı beriye çektim, gelmiyor.
allaaaaam bana bi yol göster:(

8 Ağustos 2010 Pazar

elceğizlerimle yaptım

buram buram kek kokusu geliyor fırından. yarısı kakaolu hem de.. biliyorum bence ben bu işi.. evet evet, insan sevdiği işi yapmalı. kesin bir pastane açmalıyım. kaç güne batarım bilmiyorum ama bunu mutlaka yapmalıyım:)

7 Ağustos 2010 Cumartesi

özdemir asaf'tan..

"bir anlam gelse ne varsa alsa gitse, bir anlam gelse ne varsa verse kalsa.."

olmaz ama yaa!

napsak da şu dünya şampiyonasına gitsek yaw..
kaçacak olay değil ama işte pufff..
ak sakallı dede bekliyorum bu gece rüyama, duyrulur!

4 Ağustos 2010 Çarşamba

zor

boğuluyorum. nefes almak güçleşiyor bazen. bazen de imkansız hale geliyor. her yer dar geliyor, insanlar kalabalıklaşıyor, sözler anlamsızlaşıyor. ne görmek, ne duymak istiyorum olanları. dünyaya kendimi kapamak, bir süre ulaşılamamak oluyor en büyük arzum. uzaklaşmak, gitmek, gitmek istiyorum! her yerden.. herşeyden.. herkesten.. kendi başıma, kendim, başımla olmak düşüncesi bile rahatlatıyor çoğu zaman. bilmem, belki de eski alışkanlık..

sevmiyorum bu ara zaten kendimi. mutlu olmayı da beceremiyorum sırf bu yüzden. berbat bir insan oldum çıktım yani.. ama dert değil, nasılsa bulurum kendimden de kaçmanın bir yolunu..

3 Ağustos 2010 Salı

radyolar, adam olun iki dk.

bu ne arkadaş yaa! ben her saat başı serdar ortaç dinlemek zorunda mıyım?
tamam, radyo dinlemek zorunda da değilim ama, yani en azından 3 saatte bir çalın aynı şarkıyı..
yuh diyorum, şu çalma listelerinde biraz çeşitlilik istiyorum.
akustik çalın, konser kaydı çalın, eskilerden çalın ama aynılarını elli kere çalmayın abilerim ablalarım. sağolun.
öptm kib mucks byy:))

2 Ağustos 2010 Pazartesi

beni dinleyin!

sorularım var benim! sorup kurtulmak istiyorum hepsinden. cevapları umrumda değil. çoğunu da az çok tahmin ediyorum zaten.. ama olsun, ben yine de sormak istiyorum. sorayım ki; sadece beni yaralamasınlar, sadece bende kalmasınlar. birileri daha bilsin, benim gibi düşünebilsin, beni anlasın, hak versin.. 'ben olmak(!)' neymiş, görsün azcık. şımarıklık değil bu, aptallık da değil. karamsarlık belki, ya da huzursuzluk.. bilmem.. diyorum ya, öylesine, içimden geldiğince sormak istiyorum hepsini! başkasından duymayı mı bekliyorum bildiğim cevapları? ama bu bana ne kazandıracak ki? al işte, bunu da bilmiyorum.. karambole yaşıyorum sanki ha? yazdıkça karnımın ağrısı, yok galiba içimin acısı hafifiliyor. ne arabesk laf ama.. 'içimin acısı!' vay be, ben de kullandım ya sonunda..

sorunlarım da var üstelik soruların yanında! çözümü olmayanlar, olanları sayıca az farkla geçmiş durumda. toplamda ise tamamen bir facia! insan neden tüm sorunlarını alt alta yazıp sıralar? neden dönüp dönüp okur o kağıdı? çok mu seviyordur ki aynaya bakmayı? bilmem, belki.. iyi geliyor olabilir aslında kendiyle yüzleşmek. ne olduğunu nerede olması gerektiğini görmek daha da güven mi verir insana? ya da azcık olanı da alıp götürür, bilinmez.. kabullenme çabası da okutuyor olabilir o kağıdı her seferinde bana.. inanmak istemezsen yok olurlar mı? hayır. o zaman; 'kabullenmek gerek bazen yenilgiyi..' yenildim, kafam karışık, düşmüşüm, mutsuzum, acıyor her yerim.. ve yalnızım, paylaşılması zor olan koca bir dünyayla başbaşayım. ne kadar sürer? çok geç mi olur o zaman herşey için? sorularım cevap bulur mu peki? ya sorunlarım, onlar da hallolur mu sonunda? al işte, yenileri geldi yine! düşün ki cevaplayasın şimdi bunları da.. offf..